
Bilgelik Tanrısı, ılık güneşin altında hayat bulmuş genç bitkilerin başında dolanıp duruyordu. İştahı kabarmıştı; güç ve tazelik tüten yaprakların rahiyasından soluyordu.
B arışın ve kardeşliğin,uçsuz bucaksız topraklarıydı. Kurdun kuzuyla uyuduğu ve açlığın olmadığı ülke: Dilmun.
Bizim "Cennet"imizin atası, insan imgeleminde, şeytansızdı o zamanlarda.
Yarı-Tanrı Gılgamış'ın dizlerini titreten ölüm ve hastalığın yaşamadığı kadim diyar.
2- Kötülükte gizli hayr'ın yaratıcısı
Bir huzursuzluk gebeydi yine de, Ea'nın zihninde. Dilleri karıştıran ve bir insanın dediğini, diğerinde anlamaz kılan Tanrı'nın, kimsenin görmediğini gören gözleri kararlıydı. Belki cezayı ve işkenceyi kendisi için, ama insanlık için "hayırlı" olan adına.
Ea böyledir; eylemleri insanoğluna görünürde bir "felaket" sunsa dahi, çok geçmeden bunun yanlış olduğu anlaşılır. Enki, insanlığa eninde sonunda "fayda" sağlayan bir güçtür.
3- Bir Tanrı hastalanabilir mi?
Ea'nın gözleri kolaçan ediyordu etrafı, "toprağın tanrıçasının", anne şefkatiyle kolladığı bitkileri çiğnerken ağzında...
Cok geçmeden, midesinden başlayan sızının, kursağından zihnine, gözlerine ve kaburgasına yayıldığını duyumsadı. Öfkeli Tanrıça'nın lanetli çığırışıyla karanlığa bürünen dünyadan kopmadan önce gördüğü son şey, Dilmun'un eşsiz maviliklerinde kaybolmuş gökleriydi...
4- Ea'dan Hayatı Hanımı'na
Öyküye göre bilgelik Tanrısı Ea, yasaklanmış bitkileri yediği için 8 yerinden hastalanır. Bedeninin soluğu kesilmek üzeredir ve Ea, çok geçmeden hayata gözlerini yumacaktır.
Bu durum, Onun evren ve Tanrılar arasında taşıdığı önem ve değerin farkında olan diğer tanrıların, Ea için seferber olmasına yol açar. Herkesin annesi ve toprağın tanrıçası, Ea'nın üzerindeki laneti kaldırır ve vücudundaki 8 hastalık bölgesini iyileştirmek için, her bölgede uzman şifacı cinleri ya da tanrıları yaratır. 3 erkek, 5'i dişi; toplam 8 tanrı.
Bunlar bizim "tıp" sanatımızın yaratıcılarıdır.
5- Şifacı Tanrıçadan Havva'ya
Ea'nın hastalıklarından birisi, kaburgasındadır.
Kaburga, bizim tanıdığımız bir temadır ve Havva'nın Adem'den kaynaklanan "hammaddesine" gönderme yapar.
Öyküye göre Ea'nın kaburgasındaki hastalık, "Ninti" ismindeki bir Tanrıça tarafından iyi edilir. Sümerce'de "Nin", "hanım" anlamına gelir, "ti" ise kaburgadır. O halde, en hayati yaşam organlarımızı koruyan bir kafesin şifası "Kaburga'nın Hanımı" ismini taşıyan bir ikincil tanrıya emanet edilmiştir.
Sümercede "ti" sözcüğünün ikinci bir anlamı daha vardır. Bu ise "hayat"tır. İkinci anlamıyla "Nin-ti" o halde, "hayatın hanımı"dır.
Hayatın hanımı, İbrani öyküsündeki "Havva-Eva"nın tam karşılığıdır; "Eva" çok geçmeden "hayat" anlamına bürünür.
6- Hayat ve bilgeliğin ayrılmazlığı üzerine...
Bilgeliğin Tanrısı Ea ile Ninti, görkemli bir ikilidir. Hayatın içinden bilgeliği çıkaralım; geriye kaosun ve yıkımın egemen olduğu bir çerçeve buluruz. Benzer bir durum, tam tersi bir olasılıkta da gerçektir; bilgelikten hayatı çıkaralım; soyut bir laf ebeliğinden ve "yaratıma yol açmamış" sözün, sıkıcı, cehennemi sıradanlığına ulaşırız. Oradan da "günahkarlığın" çok konuşmaya endekslenen karanlığına...
7- Bilgelik bize sırtını dönerse...
Enki'nin yüzü insanlara dönükdür kuşkusuz, onlarla konuşur. Örneğin tufanı haber verir Ziusudra'ya ve bir duvar arkasından seslenir.
Mitik öyküler ilk anlamlarıyla hep yetersiz ya da yanlıştır.
İnsanlık hep kaybettiğine seslenir belki ve adına "bilgelik" denen soyut güç, aslında "doğadan kopuşun" içsel ve sessiz hissiyatıdır. Ona sırtını döndüğü andan itibaren insan, kendinden sürekli uzaklaşan bu gücü özlemektedir.
Öyle bir an gelir ki insan, kaybettiğimiz "bilgelik"in bizimle ender olarak konuştuğunu farkeder. Bu konuşmanın; gerçekleştiği zamanlarda da sesi pek cılız gelmektedir. Bize adeta, duvarların arkasından seslenmekte ve tufanı haber vermektedir.
Bu duvarlar, günümüzde daha da büyüyor.
8- Tanrı Nedir?
Tanrı dediğimiz şey belki de, "doğadan" kopmamış insanda gördüğümüz yücelik duygusudur. İster Ea ister Enki isimleriyle kişileştirelim, "bilgelik" bir insanda dile geldikçe, "içimizdeki" Tanrısal özlem ve arzu ayaklanıverir.
Anadolu'nun dervişlerinin, İstanbul'un arka sokaklarında sabahlara kadar demlenen düşkün şarapçıların kimilerinin ağızlarından dökülen sözlerde buluruz onu. Ferisilerin İsa'ya sorması gibi; sözlerindeki bu güç nereden gelmektedir onların?
Tanrı fikri insanda, "doğanın" ve bizim anladığımız haliyle insanın bilincinden konuşma aracılığıyla yansıyan "edebi" gücün ürünüdür.
9- Sonuç...
Ananemin öyküsünde bu duyguyla buluştum yeniden.
Tanrılara yakışır bir sofraya buyur edilen "yoksul", yalnız ve "insandan" uzak yaşayan bir kadının öyküsüdür bu(Belki de zihnim böyle kabul etmektedir bunu)
Yalnızca bir iki zeytin ve birkaç dilim ekmek yemek suretiyle "sofradan" kalkan kadının, "neden diğer yiyeceklerin de tadına bakmadığına" dair sorulan ısrarlı sorulara verdiği yanıtın... Hayatın Hanımı, bu öyküde, bilgelik tanrısı aracılığıyla konuşur.
"... Beden ve ruhtan ibaretim ben. Beden yaşarken, sıkı sıkıya tutunurlar birbirlerine. Nefesi kesildiğinde bedenin, ruhum bir başına kalacazçır elbete ama şimdilik denge mevcuttur. Ne biri ne ötekisi, çizgiyi aşmak istemez ve sonuna yaklaştığım bu yoksul hayatın kontrolünü bırakmaya yanaşmaz. Bedenimin, yiyeceklerde aldığı haz, ruhumun gereksiz heveslere kapılmasına vesile olabilir. Ve bu, yoksul bir kadın için, tatmin edilemez arzuların peşinden koşmak anlamına gelir... Beden tadına varırsa, ruh da ister... Oysaki biz, yaşamak için gerekli olandan fazlasını istemeyiz. Yalnız bir hayatta mutluluk işte budur..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder