Göktuğ Halis

Başkan'ın sözlerinin, Bush yönetimini, (varsa) kendisini yönlendirenleri yahut "Doğu topraklarına saldırıyı biçimleyecek politik amaçları" yönetenleri de hayrete ve şaşkınlığa düşürmüş olması, özellikle yaptığı gaftan sonra kullandığı sözcüklerin anlamının düzeltilmesine dair gösterilen gayretten anladığımız ölçüde, ağırlıkla muhtemeldir. Mustafa Özcan İlk Adım Dergisi'ndeki yazısında Bush'un sözlerini, şuuraltı boşaltımı olarak açıklar. Yazara göre, Amerikalıların Ortaçağ'a ilişkin tek ortak bilgisi Haçlı Savaşlarıdır ve ABD Başkanı da, "Dervişin fikri ne ise zikri de o'dur" misali bir sayıklama içindedir. Bir diğer taraftan, Bush'un söz konusu deyimini politik yetersizlik ve kişisel zaaflardan kaynaklanan bir hata, bir gaf, halkının çektiği acıların yarattığı derin üzüntüsünden doğan bir sayıklama ya da Batı insanının genlerinde yaşamakta olan "Haklı-Kutsal Savaş" deneyimine gelişigüzel bir atıfla biçimlenen, kısmen istemsiz bir hezeyan olarak değerlendirmek de biraz saftiriklik olur. Savaş kararını verenlerin kapalı kapılar arkasında, Bush'un da kulağına çarpacak şekilde "Haçlılar" deyimini kullanmış olmaları büyük bir ihtimaldir ve bu haliyle Bush'un bu deyimi, bireysel inisiyatifi doğrultusunda "açıklamasında" kullanması ihtimal dışıdır. Bush'un görünürdeki zeka donanımından hareketle söylersek, ortada en iyi ihtimalle, "Babasından duyduğu sözü, arkadaşlarıyla tartışmalarında üstün çıkmak için kullanan bir çocuğun" tavrıyla açıklanabilecek yapı, karşıt kutbunda çok daha ciddi anlamlara gebelik durumu vardır. Bu haliyle, 21. yüzyıl dünyasında soluk alıp veren sıradan insanların vicdanları ve kamuoyunun desteğini almak kaygıdan hareketle oluşturulmuş kutsal görünüm açısından, "ekonomik" nedenlerle oluşturulmuş bir savaşın itici görünümüne alternatif bir yapı kurulmaya çalışılır. Hıristiyanlık dini için, "Kutsal Savaş" kavramının en önemli etkinliği olarak tarihe geçen "Haçlı Seferleri'ne" bu güncel gönderme, Batı'nın yeni saldırılar silsilesi için kendini "köklü bir yapıya bağlama" ihtiyacının tipik belirtisi olarak düşünülebilir. Böylece, petrole ulaşmak ve onu yönetmek noktasına yönelmiş eğilimler, adi bir maddi kazanç mantığıyla milyonlarca insanın hayatına kasteden girişimler yerine, göreli olarak estetik bir amaç getirilmiş olur. Kökleri Papa 2. Urbanus'un Haçlı Seferini ilan eden vaazına kaynak teşkil eden Aziz Augustinius'a, hatta belki de," Sevginin ne olduğunu Mesih'in bizim için canını vermesinden anlıyoruz .Bizim de kardeşlerimiz için can vermemiz gerekir" şeklindeki ifadeleriyle Yuhanna İncil'ine dek varan bir bütün, hiç kuşkusuz, daha etkileyici ve kabul edilebilirdir. Nitekim, Urbanus'un, Hıristiyan Hacı'sına yaptığı çağrının dönemsel ve dini-milliyetçi değeri, önemli bir esin noktasıdır. Bush'un Haçlı vurgusu, egemenlerin sosyo-ekonomik yasaların yönettiği, dini duygulara yaptığı vurguyu da içerir. Bu vurgu, kendini Hıristiyan olarak tanımlayan insanları hedef almakta ve dünyanın geri kalanını belki de toptan yok edecek bir savaşta onlardan destek bekleyerek, köklü bir karşıtlık oluşturmaktadır.
Bilim ve Gelecek Dergisi'nin Eylül 2006 sayısında Ergun Adaklı, Haçlı Seferlerinin temel nedeninin, üretime ve zenginliğe sahip olmayan çapulcu Batılı kavimlerin Ortadoğu'nun zenginliklerine göz dikmeleri olduğunu belirtir. Adaklı'ya göre, "bu seferleri din ile ilişkilendirmek yanlıştır..."
Haçlı Seferleri'ne özellikle Doğu perspektifinden bakan araştırmacı ya da tarihçiler tarafından sıklıkla dile getirilen bir savdır bu. Ancak belirtmek gerekir ki bu savlar tamamıyla doğru değildir. Batı'nın sosyo-ekonomik koşullarına göz attığımızda, Haçlı Seferleri'nin doğmasına yol açacak temelleri kolaylıkla görebilmekteyiz. Derebeylik yönetiminin baskısı altında inleyen yığınların, salgın hastalıklar ve doğal felaketlerle daralmış yaşamları, her bir bireyin yüreğinden, yarına dair umudu çekip almıştır. Bizzat Papa Urbanus, 27 Kasım 1095 tarihinde Clermont Konsili sonrasında yaptığı efsanevi vaazında, kitleleri cezbedecek maddi zenginlik vaatlerini dile getirmekten çekinmemiştir. Kutsal Kitap'ta da doğrulanan, sokaklarından (yahut ırmaklarından) bal ve süt akan semavi kentin, Avrupa'nın orta yerinde inim inim inleyen insanları cezbetmesi kesinlikle sürpriz değildir. Dönemin sosyo-ekonomik koşullarının, insanları, Katolik Hıristiyanlığın dini liderinin vaazının itici gücüyle malını mülkünü satarak yollara düşürmeye uygun oluşu, yine de kitlelerin, yahut seçkinlerin yola "maddi" amaç ve kar kaygısıyla düştükleri anlamına gelmez. Maddi kaygılar ve refah içindeki yaşam umudu, "dini coşku unsuruyla" yan yana düşünülmediği taktirde, süreç açıklanamaz. Haçlı Seferleri tarihçilerinin, bugün gelinen noktadaki ortak görüşü, Papa 2. Urbanus'un, Türklerin baskısı altındaki "Doğu Kilisesi'ne Yardım" etmek şeklindeki temel amacına destek bulabilmek amacıyla, "Hac" görevini ve "Haçlı vaat ve ayrıcalıkları"olarak tanımlanan unsuru, sürece yapay olarak dahil ettiğidir. Nitekim, iki kilisenin birleşmesi sorunsalı, dönemin din adamları sınıfının temel teorik sorunlarından birisidir. Papa'nın amacı, bu soruna kitlesel destek bulmaktır. Ancak, Papa'nın temel amacı ile, kitlelerin sefere koydukları temel amaç arasındaki çelişki çok geçmeden hareketin Papa'nın kontrolünden çıkmasına yol açmıştır. Öyle ki, yola Kutsal Mezar'ı kurtarmak amacıyla çıkan kitlelerin sınırlandırılması zorunluluğu doğmuştur. Çok geçmeden, Papa, yola çıkan erkeklerin karılarından, din adamlarının da üstlerinden izin almadan yola çıkışlarını yasakladı. Süreç içinde İspanya ve Portekiz bölgesinde Müslümanlarla savaşmakta olan askerlerin Doğu Seferine katılım eğilimlerinin, Reconquista eylemlerini tehlikeye soktuğu biliniyor. Yoksullar, tüm mal ve mülklerini satarak yollara düşmüşler, şövalyeler seferin masraflarını karşılamak için Yahudi tefecilere başvurmuştur. Bir vakanüvistin belirttiği gibi: "O kadar çok insan malını mülkünü satmaya başlamıştı ki, fiyatlar ansızın büyük bir düşüş yaşamıştı."
Yollara düşen kitleler için temel motivasyon, maddi kazanç yanında, manevi ödül ve vaatlerle ilgiliydi. Asla çok zengin olmak fikri, günahların affedilmesi umudunun önüne geçmemişti. Haçlı Vaadi, ölene cennet, yaşayana ganimet umuduyla yanyana yürüyerek, yarına dair umudunu yitirmiş insanlara büyük bir perspektif sunuyordu. Kitleler, sıradan insanlar ve yoksul şövalyeler dışında, sistemi yöneten kişilerin de "tamamıyla ekonomik amaçlarla yoluna çıktıklarını" iddia etmek pek doğru değildir. Nitekim, daha sonra "Kutsal Kabrin Koruyucusu" unvanıyla Kudüs'e hükmetmeye başlayacak Godefroi de Bouillon'un tüm mal varlığını satarak, doğuya geldiği biliniyor. Anlatılara göre, Godefroi, geriye dönme fikrini tamamen aklından çıkarmıştır. Özellikle soylu sınıfına ait bireyler hakkında bilgi sahibi olabildiğimiz anlatılar çerçevesinde çok sayıda önemli ismin, hiç kuşkusuz hükümdarlık hakları sallantılı kişiler olmalarına karşın, maddi kaynaklarını satıp yolculuğu finanse ettiklerini ortaya koyar. Haçlı Seferleri’nin, özellikle Müslüman ülkelerle ticaret yapan, Venedik gibi Akdeniz kentlerine ciddi maddi zararları da olmuştur. Gerçi daha sonradan bu kentlerin Hac ulaşımı gibi karlı bir sektör ile zararlarını kapattığı görülür, ama, bu fırsat başlangıçta öngörülebilir olmaktan çok uzaktır.
Bugün başta Irak olmak üzere Doğu Toprakları'nın çeşitli mevzilerinde savaşmakta olan ABD askerlerinin, 1. Haçlı Seferi'yle birlikte yollara düşen yoksullar, yahut Keşiş Pierre yönetimindeki ilk orduları Anadolu'da karşılayacak Kılıçarslan'a rapor veren gözcülerin deyimiyle çapulcularla, özellikle "iyi bir yaşam umudu" çerçevesindeki ortak kaygılarda bir araya getirilebileceklerini söylemek pek de yanlış olmaz sanırım. Tek fark, günümüz savaşımındaki askerlerin semavi kazanım ya da vaatlerden yoksun olması gözüküyor. ABD ordusunun, özellikle sıcak çatışmalarının süregeldiği bölgelerde mücadele eden askerlerinin büyük oranda "mültecilerden" oluşması, kayda değerdir. ABD adına savaşa katılmaları durumunda, müreffeh bir yaşama ulaşmanın temel şartı olarak gözüken ABD Vatandaşlığı hakkı, Papa'nın Haçlı vaat ve ayrıcalıklarını hatırlatmaktan da geri kalmaz. Nitekim vatandaşlık hakkının ardından "sosyal haklar" gelmektedir. Yalnızca kendileri için değil, yanlarında getirdikleri "aileleri" için de bu yaşamı arzulayan göçmenlerin savaşa katılmak noktasındaki kararları anlaşılabilirdir aslında. ABD adına savaşa katılabilmek ansızın "semavi bir ödüle ya da dini olarak onaylanmış zenginliğe ulaşmak için yollara düşen ilk haçlıları" hatırlatan bir coşkunluk yaratır. Oluşan kuyruklarda insanlar, orduya yazılmak için birbirlerini ezmeye başlar. 14.12.2004 tarihli Hürriyet gazetesi haberinde, üniversite mezunu 33 yaşındaki Bangladeşli göçmen, Prabal Chowdhury şu ifadeleri kullanır örneğin: "Ben bu ülkede yeniyim. Askere yazılarak, vatandaşlık alabilir ve buraya yerleşebilirim. Üniversite diplomam da var. Savaştan da korkmuyorum." ABD Vatandaşlık ve Göçmenlik Dairesi Başkanı Eduardo Aguirre, 2004'ün Ekim ayında yaptığı bir açıklamada, her yıl yaklaşık 6 bin askerin ABD vatandaşlığına girdiğinin altını çizmiş ve eklemiştir: "Bu sayı her geçen gün artıyor..." Hiç kuşkusuz ABD ordusuna başvuranlar yalnızca göçmenler değildir. ABD vatandaşı olan kişilerin de orduya girmek amacıyla başvuranlar arasında yer aldığı görülür. Bunların orduya katılım nedenlerinin başında ise, yoksulluk geliyor. Yarından ümidini kesmiş (Haçlı dönemini hatırlatıyor), gariban takımından insanlar, yapılan istatistiklere göre, ABD ordusuna katılmak isteyen ülke vatandaşları arasında ön sıralarda yer alır. Bunlardan bazıları, üniversite masraflarını karşılamak, bazıları işsizlikten, bazıları da "değişiklik olsun" diye orduya katılmaktadır.
İlk haçlılara ilişkin saydığımız unsurlar alt alta toplandığında, Haçlı Seferleri'nin Hıristiyanlık tarihinin en önemli "Kutsal Savaş" deneyimi olduğunun altı çizilebilir. Başlangıçta, eylemlerin dini amaç ve motivasyonla gerçekleştirildiği kuşku götürmese de, süreç içerisinde özellikle Hıristiyan ülkeler ve topluluklar üzerine gerçekleşen Haçlı Seferleri, bu duyguların samimiyetinin özellikle Hıristiyan kamuoyunca sorgulanması sonucunu doğurmuştur. ABD Başkanı Bush'un takındığı tavrın ve görünürdeki gaf'ının altında yatan kaygı, söylediğim gibi büyük bir ihtimalle, kendini Haçlılara bağlamak ve bu geleneğin hassasiyetini taşıyan kitleler üzerinde güç sağlamaktır. Ancak, söz konusu açıklamalara eleştirel bakış, özellikle zamanın ve koşulların etkisiyle hızla biçimlenmiş ve ABD başkanı önemli tepkilerle karşılaşmıştır. Nitekim, ABD'nin Ortadoğu petrolleri üzerindeki amaç ve hedefleri küçücük çocuklar için dahi aşikar iken, kimsenin Bush'un "haklı savaş" doktrinini "haklı bir amaç" için uyguladığına inanması beklenemez. Ayrıca söz konusu yeni savaş çağrısı, ilk Haçlı Seferi'nin aksine "bir kitlesel hareket, güçlü bir kendiliğindenlik ve çağrıyı yapanların niyetlerini ve kontrolünü aştığı oranda toplumsal bir olgu olarak kabul edilebilme imkanına sahip değildir. Zaten, haçlı çağrısının, seküler bir lider tarafından yapılması da mümkün değildir. Nitekim olan olur ve medyanın da çabalarıyla Bush'un bu komik gafı kitlelerin zihninden silinir.
Evet, belki silinir silinmesine ama, ansızın karşımıza Papa 16. Benedikt'in gündeme bomba gibi düşen sözleri çalınır. Ortadoğu'da savaşın bütün hızıyla sürdüğü bir dönemde, Papa'nın onayı, geç kalınmış da olsa "Haçlı" mantığını güçlendirir. Olsun, tarihte de yer yer Papa'nın başlangıçta katılımcı ya da motive edici olarak yer almadığı, ama süreç içinde destek verdiği savaşlar olmuştur. Örneğin Papa 2. Aleksandrus'un İspanya'daki mücadeleye bu tip bir katılımı vardır, ki tarihçiler bu geç kalınmışlık nedeniyle yürütülen seferlerin "Haçlı" parantezi içine alınıp alınamayacağını tartışmaktadırlar. Bu bir tarafa, özellikle spesifik bir konu olarak Hıristiyan Askeri Tarikatlarının, ya da din için savaş deneyiminin veya Kutsal Savaş mantığının, İslam'ın cihat anlayışından etkilendiği açıktır. Papa'nın tarih, din ya da politika konularında bir cahil olduğu düşüncesi de kanımca saflıktır. Verilen yanıtlara bakıldığında, Papa'ya Hıristiyanlık dini adına yapılan katliamlar hatırlatılırken, onun da kapalı kapılar arkasında kıs kıs güldüğünü anlamak hiç de zor değildir. Papa'nın Müslümanlık dininin şiddet yanlısı eğilimlerine yaptığı vurgu, Augustinius'un Haklı Savaş Kuramı'nda geçen, Bush ve yönetiminin doğu toprağına bomba yağdırmadan önce kullandığı, "kendini koruma" öğesine yaptığı vurgu açısından önemlidir. Din için savaşı kutsayan, Allah adına savaşırken ölene en büyük payelerden birisini veren bir dinin, İkiz Kuleler Faciası'nın hatırası sıcakken sizi de yok etmeyeceğini bilemeyeceğinizden, bir batılı olarak yürütülen savaşın haklılığına inanmanız mümkündür. Nitekim, Hıristiyanlık dininin temel barışçıl öğretisi birkaç küçük nokta dışında tartışmasız bir açıklıktadır.Hıristiyanlık dini adına işlenen katliamların bu din içinde yerinin olmadığı, ideolojik olarak açıktır.
11. yüzyılda başlayan Haçlı geleneği günümüze dek uzanan yönler barındırır. Örneğin bugün hala Ortadoğu'da İsrail ile savaşan Müslüman örgütler, Selahaddin Eyyübi'nin ismini taşıyabilmektedir. Hiç kuşkusuz zorlama akıl yürütmelerle, ki yaşanmakta olan savaşı yeni bir Haçlı Savaşı olarak niteleyeceksek, aradan geçen bunca zamana rağmen ortak bağları saptamak hiç de güç değildir. Sanırım tek fark, ilk Haçlıların dini duygularındaki samimiyettir. Ekonomik kaygılar ve amaçlar, dönemin koşulları itibariyle asla takip edilebilir ve net değildir. Tam aksine maddi ve manevi amaç ve ödüller sistematiğinin kol kola girdiği görülür. Bush'un yaygarasıyla açığa çıkan yeni savaşlar sistematiğinde ise, maddi kaygıları saklama ve kendini Haçlı geleneğine bağlama çabası korkutucu sonuçları açığa çıkarır. Kendisine "din tarihinden bir ideal bulan Bush sisteminin" söz konusu vurgusu tamamen anlamsız da değildir. Günümüz dünyasının empoze ettiği dinin en yüce katında salyalı hırıltısıyla soluk alıp veren bir Tanrı olarak "para" , kendi dini için savaşı dayatır. Para Dininin Tapınakları olan "ikiz kuleler" yıkılırken, müridleri hiddet ve öfkeyle, kutsal mekanlarına düzenlenmiş bu saldırının (şayet saldırıyı ABD gerçekleştirmemişse) öcünü almanın peşinde olacaklardır. Bush ve Papa'nın sözleri, Batının eylemlerini kutsal savaş deneyimine bağlayacak teorik temele yaptığı göndermeler açısından kritik bir değer taşımaktadır. Batının bugünkü girişimi, geçmişteki köklü geleneği ile bağlantısını çoktan tamamlamış gibidir.
Öyleyse söyleyebiliriz ki, Batının Kutsal Topraklar'da sürdürdüğü bugünkü savaşı dini nitelikler taşır, nitekim mücadele alanı hala Kutsal Topraklardır. Tek fark, savaşımın nedenlerini açıklayan kavramlardaki değişikliktir. Örneğin, Batı, Tanrı inancının yerine, benzer soyutluğuyla "para'yı" geçirmiştir. Kafirin elinden alınması gereken "Kutsal Mekanlar" da Kutsal Kabir kilisesi, yahut Ürdün Nehri olmaktan çıkıp, bu topraklarda gizli maddi potansiyeline, petrole dönüşmüştür. Batının bombalarının her düşüşünde, para, kendisi için kan dökenlere cennet vaat etmeyi ise hala sürdürmektedir. Yüzyıllardır kafirlerin ayaklarının altında çiğnenerek kirlenen kutsal petrolü saklayan topraklar, şimdi yeni Tanrı'nın düşmanlarının kanlarıyla arınmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder