4 Haziran 2011 Cumartesi

Taraftar Protestosu ve Politikasız Alan Olarak Futbol



-1-
Geçtiğimiz hafta Galatasaray kulübü, yeni stadı Türk Telekom Arena'datki ilk maçını Hollanda'nın ünlü takımı Ajax ile yaptı.

Ülkedeki birçok futbol sever gibi ne stadı görebildim, ne maçı seyredebildim.

Malum, ne stada gidecek, ne maçı izlemek isteyenlere fiyat dökümü çıkaran kanal için param vardı. Bir elimde A. İnan'ın TTK dan yayınlanan Eski Mısır Tarihi kitabında, Karnak ve Luksor tapınaklarına bakarken, sunucunun yeni stadyumu "Galatasaray'ın Yeni Mabedi" olarak niteleyişi dikkatimi çekti.

Birkaç saat içinde, Başbakan T. Erdoğan'ın Galatasaray seyircisi tarafından protesto edildğini, ıslıklandığını, yuhalandığını söyleyen bir haber bülteni dikkatimi çekti. Haberciliğinden çok yaptığı sunum hatalarıyla popüler olmayı başaran bir haber spikeri, kayıt dışı olduğunu sandığı bir anda arkadaşlarına "sesini kıs" diye seslendiğinde, yeni bir gaf'a imza attığını bilmiyor olmalıydı.

Dünyanın tüm liberal demokrasilerinde devlet erkanı protesto edilir, bu doğaldır. Ama bu topraklarda yaşanan onca olaylar silsilesi bizleri Galatasaray taraftarının protestosunun "doğal" bir seyir izlemeyeceği konusunda zaten eğitmişti.

Bekletilerimde yanılmadım; Gerek Galatasaray Başkanı Polat'ın ve gerekse konuyla ilgili bürokratların zehir zemberek açıklamalarından durumun, devletin egemenlerince "anormal" bir heyecan yarattığını gördüm. Sıradan insanlar, avam kültür, ayak takımı, apaçiler, holiganlar... Bunlar hep bir ağızdan Başbakan'ı yuhalayan "işsiz güçsüz" zihniyeti; anasını da alıp gitmesi gerekenlerdi onlar.

-2-
Bizler mahalle aralarında futbol oynayarak, TRT'nin tek kanallı zamanlarında "halkından" eksik etmediği futbol yayınlarıyla büyümüş kuşağın parçasıydık; 12 Eylül'ün hemen sonrasıydı; o zamanlar ne biletler bu kadar pahalıydı, ne de televizyonlar para karşılığı maç yayını yapıyordu.

Kentleşmenin İstanbul'u çürütmek için zamana ihtiyaç duyduğu zamanlardı; boş arsalarda mahalle sakinlerinin neredeyse tamamını "pencerelere" döken "mahalle" maçlarının heyecan yükünü "küçücük" omuzlarımızda taşımaya çalışırdık.

Günümüzden neredeyse 25 sene önce, mahalleme maçı kazandıracak penaltı vuruşunu yapmak üzere beklerken etrafıma şöyle bir bakındığımı hatırlıyorum. Beni karşı mahallenin çocuklarıyla buluşturan etken, aynı zamanda "benim mahallemin" yetişkinlerini "karşı mahallenin" yetişkinleriyle buluşmasını sağlayan etkendi.

Bunu anladığım anda futbol karşılaşmaları benim için daha büyük bir değer taşıdı; toplumsal bilincin simgelerinden birisiydi. Futbol kültürel bir veri olarak, hafızama yerleşmişti.

Artık benim için futbol, hiçbir zaman "yalnızca bir oyun" olmadı.

-3-
Futbolun, yalnızca futbol olarak görülmesi talebi, TT Arena'nın açılışı sırasında, Galatasaray Taraftarı'nın Başbakan Tayyip Erdoğan'a yönelik protestosuna gösterilen "resmi" tepkiden anlaşıldığı ölçüde, Türkiye'ye özgü bir taleptir. Liberal demokrasinin görece standardına ulaşamamış egemen-feodal zihniyetin yerleştirmek istediği, kısmen de başardığı bir durumdur bu: Politika yalnızca kendini "politikacı" olarak tanımlayan insanların işi olmalıdır.

Başbakan , protestolar sonrasında yaptığı açıklamada olasılıkla, ya bu yutturmacayı safiyane bir şekilde içselleştirmiş oluşunun şaşkınlığı, ya da kitlelerin, politik aktörlerle temas olanağı bulduğu ilk anda geliştirdiği ani ve yıkıcı tepkinin egemenlere tarihin her çağında saldığı korku vesilesiyle "rahat" gözükmüyordu. Erdoğan, tribünleri dolduran binlerce kişinin, o aşağılanan tribün kültürünün insanının ağzından söylersek, epey bir "bozulmuşa" benziyordu.

Bir stadyum dolusu insan tarafından ıslıklanmak ya da yuhalanmak; bu eylemin öznelerinin Başbakan'a Fenerbahçeli olduklarından dolayı öfke saçmış oldukları gibi saçma iddia bir kenara bırakılacak olursa, kolay birşey değildir. Sıradan insanlar bu travmayı zor atlatır; neyseki Başbakan bu problemi hemen aşıveriyor. Kendisini hemen toparlamakta, protesto edenler nezdinde, yıllarca Fenerbahçe'nin "onlar maketini yaptı, biz gerçeğini" diyerek dalga geçtiği Galatasaray taraftarına "belaltından" vurmaya başlıyor. Üstelik, "anlaşmalar henüz tamamlanmadı" diyerek çarçabuk bir tehdid savuruveriyor

Açıklamalarından anladığımız kadarıyla, Başbakan sık sık durma noktasına gelen stat inşaatının sürmesi yolunda hatırı sayılır bir çaba göstermiş; akraba ve tanıdık ilişkilerini projenin bitimi için devreye sokmuştur.

Evet, Başbakan Erdogan açıkça söylemiyor; ama "biz olmasaydık bu stat zor biterdi"ye getiriyor.

Galatasaraylıların ve bu kulübü "dünyada en çok tanınan ve taraftarı olan Türk kulübü yapan" tarihin bu ince aşağılanışı, ne Galatasaray Kulübü Başkanı Polat, ne de bir taraftar portalının kendini MHP'li olarak niteleyen yöneticisi üzerinde hiçbir etki yapmıyor. İkincisi böyle muhteşem bir stat kazandırdığı için Polat'a teşekkür eder ve protestocuları kınarken, Polat bir adım daha ileriye gidiveriyor. İktidar ve devlet karşısında boynunu kıldan ince tutan ve söz konusu duruşuyla övünen bu milletin binlerce yıllık teslimiyet geleneği, onun bedeninde can buluyor. İnfaz sinyalleri veriyor Polat; tehtit ediyor. Modern stadın teknolojik olanaklarından yararlanarak "protestoyu" yönetenlerin tespit edileceğini ve bir daha stada alınmayacaklarını müjdeliyor.

Galatasaray Başkanı Polat, yüreği elverdiği ölçüde, bir çırpıda Galatasaray taraftarını satıveriyor; politikayı "politikacılara" devreden "zorlama kültürün" ve teslimiyet algısının, ezinlenler için hiçbir şey ifade etmediğini umarsamayacak kadar politik davranıyor.

Başbakan ve devlet erkanına dilediği özür ve gerçekleştirdiği biat ile yakınlaşan Polat, bir işadamı ve çokça kar eden şirketlerin başındaki egemenlerden birisi olarak, "temsil ettiği başkanlık kurumunun" kapitalizm denen sistem açısından ne ifade ettiğini gösteriyor; bir çatışma anında o, safını belirliyor; "ötekileri" Galatasaray taraftarını karşısına almaktan bir an olsun bile çekinmiyor, üst kimliğin gereğini yapıyor.

-4-
Protestoların ardından "Futbola politikayı karıştırmayalım!" diye feveran edenler, politikayı sıradan insanların gündelik hayatlarından çekip almaya yönelik, 12 Eylül projesinin devamını uygulamaya koymaktadır aslında. Darbe zihniyeti, 12 Eylül'ün ardından "ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu!" sloganını ülkenin en ücra mahallelerine dek yayarken, "politikasızlaşmış" bir alan hedeflemekteydi. Amaçlanan, ülkenin sorunlarına tepki gösteren, hakkını arayan, insanca ve daha iyi bir dünya hayaliyle yola çıkan insanları "bir meşgaleye" yönlendirmekti.

Bu amaç doğrultusunda, büyük ölçüde başarılı olundu. Futbol, kültürel bir proje olarak üzerine düşeni yaptı; 8'lik milli maçlara eşlik eden "onurlu mağlubiyet ve şerefli beraberlik" dönemlerininin ulusal bilinç, aynı şehrin takımları üzerinden yürüyen rekabet ile de semt bilinci ve yeni bir kimlik ile "aidiyet" oluşturma yolunda hatırı sayılır etkisi oldu.

Futbol hayatın sorunları ve özellikle geçim problemleriyle karşılaşan kitlelerin "devrimci" kalkışmalara yönelmemesi yolunda hatırı sayılır bir alternatif haline geldi. Sosyal duyarlılık, taraftar duyarlılığına evrildi; ortak sınıf çıkarları "farklı formalarla temsil edilen yeni üst kimliğin hassasiyetleri" altında ezildi. On sene önce, 1 Mayıs'ta taksim meydanında omuz omuza yürüyen işçilerin çocukları; on sene sonra, Şükrü Saraçoğlu, Ali Sami Yen ya da İnönü statlarına çıkan sokaklarda birbirini gırtlakladı.

Bu gırtlaklama, ya "kardeşin kardeşi kırması" değildi, ya da sistemin de hoşuna gitmiş olmalıydı ki, yasaları uygulamakla görevli olanlar hiçbir futbol holiganını, 12 Eylül öncesinde aradıkları gibi ince bir ilgi ve alakayla aramadı.

Aslında futbol, 12 Eylül'ün gündelik hayattan "politikayı çıkarma" projesinin yalnızca bir yüzüydü. Bu proje farklı alanlarda, özellikle üniversite eğitiminde de yürütüldü. Başta YÖK olmak üzere, polisin üniversitelere yerleştirilmesi, ilk ve orta eğitim müfredatına, kafatasçı ve yobaz nitelikli tarih ve din derslerinin yerleştirilmesi, yakın tarihi acılarını taşıyan insanların, çocukları için "güvenli bir gelecek" sunma eğilimlerini pekiştirdi.

Ne olursa olsun bu projeler sıkıyönetimin dünya algısının dayatmasıydı; eninde sonunda dağılmaya mecburdu.

Yasalar ne derse desin, insanları ne oranda kısıtlarsa kısıtlasın, politika karmaşık, anlaşılmaz ve uzmanlara özgü bir disiplin değildir. Kapitalizmin gelişmiş demokrasisini uygulayan az sayıda Avrupa ülkesi, "sıradan insanların" gündelik politika yapma olanaklarını zenginleştirme yolunda irade göstermektedir. Aksi taktirde toplum, huzursuzluklara gebedir ve parçalanma eğilimi gösterir.

Türkiye gibi, liberal demokrasi olarak tanımlanan standartların dahi çok altında bulunan ülkelerde, "Eğitime, bilim, tarih, sanat ve dine, ticerete ve futbola politikayı karıştırmayalım!" çağrısı şaşırtıcı değildir. Zira bu ülkelerin yönetici sınıfı kendisini "seçkin"ler olarak görür; onların uğraşısı olarak politika ise yalnızca seçkinler içindir.

Onların çağrıları diğer seçkinleredir; Başbakan'dan özür dileyen Galatasaray Kaptan'ı Arda'nın da Kulüp Başkanı Polat'ın da yaşam standartları, tepkiyi gösterenlerle karşılaştırılamayacak kadar yüksektir. İnsanların bilinçleri ise sınıfsal konumlara göre belirlenir; buradan hareketle ülkenin dört bir tarafından AKP'li olsun olmasın, medyaya yakın her isim Galatasaray taraftarını eleştirmeye başlamıştır. Sınıf dayanışması bu olsa gerektir.

Futbolu politikadan ayrı düşünmek isteyenler, konuyu biraz daha araştırmalıdır: R. Madrid faşist Franco'nun, Barcelona ise Catalonia'da Franco'ya karşı direnen "Halk Cephesi"nin takımıdır. İtalya'da Livorno, Türkiye'de K. Karabükspor işçi takımlarıdır. Bunu ve İstanbul'daki Şampiyonlar ligi finalinde zengin toprak ağalarının takımı İtalyan temsilcisi Milan karşısında, maçı 3-0'dan 3-3'e getiren ve penaltı vuruşları sonrasında yenerek kazanan İngiliz takımı Liverpool'un işçi takımı olduğunu, Hitler ve Stalin'in II. Dünya savaşı sırasında gerçekleşen Dünya Kupası karşılaşmalarına nasıl ilgi gösterdiğini, Portekiz Diktatörü Salazar'ın ülkesini yönettiği 3 F den birisinin futbol olduğunu ve Latin Amerikalı Yazar E. Galeano'nun "Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri"nde anlattıklarını herkes bilir.

Futbol hiçbir yerde hiçbir zaman sadece futbol olmamıştır. Son günlerde yaşananlar, futbol gibi kültürel bir alanı yıllarca kendi çıkarları için kullanan bir ideolojinin, olası bir sapma konusundaki korkusunu ifade etmekten fazlası değildir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder